cullens

Sitemize Hoşgelidiniz Lütfen Üye olun Vampirli Bir Forum Sitesinin Bir tanecik Vampiri olmaya Ne dersiniz?

Adminler:
Buse[pusejik]-Buse[buse_hale] xD

Join the forum, it's quick and easy

cullens

Sitemize Hoşgelidiniz Lütfen Üye olun Vampirli Bir Forum Sitesinin Bir tanecik Vampiri olmaya Ne dersiniz?

Adminler:
Buse[pusejik]-Buse[buse_hale] xD

cullens

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
cullens

vampirlerin gizli dünyasına hoşgeldiniz


3 posters

    Midnight Sun [İlk 12 BöLüm]

    pusejik
    pusejik
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 323
    Rep Puanı : 1
    Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 03/07/09
    Doğum tarihi Doğum tarihi : 28/01/97
    Yaş : 27
    Nerden : Edwardın Kalbinden
    İş/Hobiler : Pc ye girmek

    Midnight Sun [İlk 12 BöLüm] Empty Midnight Sun [İlk 12 BöLüm]

    Mesaj tarafından pusejik Ptsi Tem. 06, 2009 11:59 am

    İşte arkadaşlar "Midnight Sun" ın ilk 12 bölümü


    İÇİNDEKİLER
    1. İlk Bakış
    2. Açık Kitap
    3.Olağanüstü Olay
    4. Gelecek Görüşleri
    5. Davetler
    6. Kan Grubu
    7. Melodi
    8. Hayalet
    9. Port Angeles
    10. Teori
    11. Sorular
    12. Karışıklıklar

    1.İlk Bakış



    Bu, günün uyuyabilmeyi dilediğim zamanıydı.
    Lise.
    Ya da doğru sözcük Araf mıydı? Eğer günahlarımı telafi etmenin bir yolu
    olsaydı, bu bir ölçütte çeteleye yazılmalıydı. Can sıkıntısı alışabildiğim bir şey değildi;
    her gün, inanılmaz şekilde bir öncekinden daha tekdüze geliyordu.
    Sanırım benim uyuma biçimim buydu – eğer uyku aktif dönemler arasındaki
    hareketsiz durum olarak tanımlanırsa.
    Kafeteryanın uzak köşesindeki alçıdan geçen çatlaklara, orada olmayan
    şekiller hayal ederek baktım. Bu, kafamın içinde fışkıran ve bir nehir gibi çağıldayan
    sesleri bastırmanın tek yoluydu.
    Bu seslerden birkaç yüz tanesini sıkıntı yüzünden duymazdan geliyordum.
    Konu insan zihnine gelince, hepsini daha önceden duymuştum. Bugün bütün
    düşünceler, buradaki küçük öğrenci grubuna eklenen yeni kişiyle ilgili gülünç bir
    heyecanla doluydu. Hepsinde ilgi uyandırmak çok kısa zaman almıştı. Yeni yüzü her
    açıdan düşünce üzerine düşüncede görmüştüm. Sadece sıradan bir insan kızı.
    Gelişinden doğan coşku bıktırıcı şekilde tahmin edilebilirdi – bir çocuğa parlak bir
    cisim göstermek gibi. Koyuna benzeyen erkeklerin yarısı şimdiden kendilerini ona
    aşık olarak hayal ediyorlardı, sırf bakılacak yeni bir şey olduğu için. Onları bastırmak
    için daha çok uğraştım.
    Sadece dört sesi tiksindiğim için değil, nezaketten engelliyordum: yanlarında
    olduğum zamanlardaki mahremiyet yoksunluğuna alışan ve bununla ilgili artık pek
    düşünmeyen ailem, iki kız ve iki erkek kardeşim. Onlara verebildiğim kadar gizlilik
    veriyordum. Eğer yapabilirsem dinlememeye çalışıyordum.
    Denediğim halde, yine de… biliyordum.
    Rosalie’nin aklında, her zamanki gibi, kendisi vardı. Birilerinin bardaklarında
    profilinin görüntüsünü yakalamıştı ve mükemmelliği üzerine düşünüyordu. Onun
    zihni birkaç sürprizi olan sığ bir göletti.
    Emmett dün gece Jasper’a karşı kaybettiği güreş maçı yüzünden
    köpürüyordu. Rövanş ayarlamak için okulun bitimini getirmek, sınırlı olan bütün
    sabrını alacaktı. Emmett’in düşüncelerini dinlerken kendimi hiçbir zaman davetsiz
    misafir gibi hissetmezdim, çünkü asla sesli söylemeyeceği ya da eyleme
    geçirmeyeceği bir şey düşünmezdi. Muhtemelen diğerlerinin aklını okumaktan
    suçluluk duymamın sebebi, orada benim duymamı istemeyecekleri şeyler olduğunu
    bilmemdi. Eğer Rosalie’nin zihni sığ bir göletse, Emmett’inki de cam berraklığında,
    karartısız bir göldü.
    Ve Jasper… acı çekiyordu. Bir iç çekişi bastırdım.
    Edward. Alice kafasının içinde ismimi söyledi ve dikkatimi anında çekti.
    pusejik
    pusejik
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 323
    Rep Puanı : 1
    Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 03/07/09
    Doğum tarihi Doğum tarihi : 28/01/97
    Yaş : 27
    Nerden : Edwardın Kalbinden
    İş/Hobiler : Pc ye girmek

    Midnight Sun [İlk 12 BöLüm] Empty Geri: Midnight Sun [İlk 12 BöLüm]

    Mesaj tarafından pusejik Ptsi Tem. 06, 2009 12:01 pm

    Devamı
    4
    Bu, adımın sesli söylenmesiyle aynı şeydi. İsmimin modasının son zamanlarda
    geçmiş olmasından memnundum – sinir bozucu oluyordu; herhangi bir zaman,
    herhangi biri, herhangi bir Edward’ı düşündüğünde, başım istemsizce dönüyordu…
    Şimdi başım dönmemişti. Alice ve ben bu gizli konuşmalarda iyiydik. Birileri
    bizi çok ender yakalayabiliyordu. Gözlerimi alçının çizgilerinde tuttum.
    Nasıl direniyor? diye sordu bana.
    Somurttum, ağzımın sabit şeklinde sadece ufak bir değişiklik oldu. Diğerlerini
    uyaracak hiçbir şey yoktu. Kolaylıkla sıkıntıdan da somurtuyor olabilirdim.
    Alice’in iç sesi şimdi panik doluydu, zihninde çevresel görüşüyle Jasper’ı
    izlediğini gördüm. Bir tehlike var mı? Yakın geleceği taradı, surat asmamın altındaki
    sebebi bulmak için tekdüze görüntüleri gözden geçirdi.
    Başımı sanki duvarın tuğlalarına bakıyormuş gibi yavaşça sola çevirip iç
    çektim, sonra sağa, tavandaki çatlaklara bakmaya geri döndüm. Sadece Alice kafamı
    salladığımı biliyordu.
    Rahatladı. Eğer kötüye giderse bana haber ver.
    Sadece gözlerimi hareket ettirdim, önce tavana sonra tekrar aşağıya.
    Bunu yaptığın için teşekkürler.
    Sesli cevap veremediğim için hoşnuttum. Ne söylerdim ki? ‘Benim için bir
    zevk’? Hiç değildi. Jasper’ın mücadelelerini dinlemekten keyif almıyordum. Onu
    böyle sınamak gerçekten gerekli miydi? Belki de susuzlukla hiçbir zaman kalanımız
    gibi başa çıkamayacağını itiraf etmek, sınırları zorlamamak daha güvenli olmaz
    mıydı? Niye tehlikeyle flört etmeliydi ki?
    Son avlanma seyahatimizin üzerinden iki hafta geçmişti. Bu kalanımız için çok
    uzun bir zaman değildi. Bazen biraz rahatsız ediyordu – eğer bir insan çok yakından
    yürürse, eğer rüzgar yanlış yönden eserse… ama insanlar çok ender yakınımızdan
    yürüyorlardı. İçgüdüleri onlara bilinçlerinin asla anlayamayacağı şeyi söylüyordu:
    biz tehlikeliydik.
    Jasper şu anda çok tehlikeliydi.
    O anda, küçük bir kız bir arkadaşıyla konuşmak için bizimkine en yakın
    masanın sonunda durdu. Sarımsı kızıl, kısa saçlarını, parmaklarını içinden geçirerek
    salladı. Isıtıcı, kokusunu bizim yönümüze doğru üfledi. Bu kokunun bana
    hissettirdiklerine alışıktım – boğazımda susatıcı bir ağrı, midemde boş bir arzu,
    kaslarımın istemsizce kasılışı, ağzımdaki zehrin aşırı akışı…
    Bunların hepsi oldukça normaldi, genellikle görmezden gelinmesi kolaydı.
    Sadece şimdi daha zordu; Jasper’ın tepkisini izlerken hisler daha güçlüydü, iki
    misliydi. Sadece benimki yerine çifte susuzluk vardı.
    Jasper hayal gücünün kendisinden kurtulmasına izin verdi. Kafasında
    resmediyordu – kendini Alice’in yanındaki yerinden kalkıp küçük kızın yanına
    giderken canlandırıyordu. Kulağına fısıldıyormuş gibi eğilip dudaklarını kızın
    boğazına değdirmeyi düşünüyordu. İnce teninin altındaki nabzının sıcak atışının
    ağzının altında nasıl hissedeceğini düşlüyordu…
    Sandalyesini tekmeledim.Bir dakikalığına bakışımla buluştu ve sonra aşağı baktı. Kafasının içindeki
    utanç ve isyan savaşını duyabiliyordum.
    “Özür dilerim.” diye mırıldandı.
    Omuzlarımı silktim.
    “Hiçbir şey yapmayacaktın.” dedi Alice üzüntüsünü yatıştırmak için. “Bunu
    görebiliyordum.”
    Yalanını ele vermemek için suratımı ekşitmemeye uğraştım. Birbirimize
    destek olmalıydık, Alice ve ben. Sesler duymak ya da gelecekten görüntüler görmek
    kolay değildi. Zaten ucube olanların arasında ikimiz de ucubeydik. Birbirimizin
    sırlarını korurduk.
    “Eğer onları insan olarak düşünürsen biraz yardımcı olur.” diye önerdi Alice,
    yüksek, müzikal sesi eğer yeterince yakında olan varsa, onların duyabilmesi için çok
    hızlıydı. “Adı Whitney. Çok sevdiği bir kız kardeşi var. Annesi Esme’yi o bahçe
    partisine davet etmişti, hatırladın mı?”
    “Onun kim olduğunu biliyorum.” dedi Jasper tersçe. Uzun odanın etrafındaki
    saçakların altında yer alan pencerelerin birinden bakmak için döndü.
    Bu gece avlanmak zorunda kalacaktı. Böyle riskler alarak, gücünü test etmeye,
    direncini artırmaya çalışmak saçmaydı. Jasper sınırlarını kabul etmeli ve onlara göre
    davranmalıydı. Eski alışkanlıklarının, seçilmiş yaşam şeklimize faydası olmuyordu;
    kendini böyle zorlamamalıydı.
    Alice sessizce iç çekti ve yemek tepsisini alıp kalkarak onu yalnız bıraktı.
    Jasper’ın ne zaman yeterli desteği aldığını bilirdi. Rosalie ve Emmett ilişkileriyle
    daha çok göze batsalar da, birbirlerinin ruh hallerini kendilerininki kadar iyi bilenler
    Alice ve Jasper’dı. Sanki onlar da akıl okuyabiliyorlarmış gibi – sadece
    birbirlerininkini.
    Edward Cullen.
    Refleks olarak, adımı çağıran sese doğru döndüm; ama seslenilmemişti sadece
    bir düşünceydi.
    Gözlerim saniyenin küçük bir kısmında kalp şekilli, soluk renkli bir yüzdeki
    bir çift büyük, çikolata renkli göze kilitlendi. Şimdiye kadar kendim görmüş
    olmasam da, yüzü tanıyordum. Bugün buradaki her insanın aklında en ön
    plandaydı. Yeni öğrenci, Isabella Swan. Buraya yeni bir gözetim durumuyla yaşamak
    için gelmiş, kasaba polis şefinin kızı. Bella. Tam ismini söyleyen herkesi
    düzeltmişti…
    Sıkılıp başka yere baktım. Onun, ismimi düşünen kişi olmadığını anlamam bir
    saniye sürmüştü.
    İlk düşüncenin Tabii ki, şimdiden Cullen’lara çarpılıyor, diye devam ettiğini
    duydum.
    Şimdi ‘sesi’ tanımıştım. Jessica Stanley – iç gevezelikleriyle beni rahatsız edeli
    bir süre geçmişti. Yanlış kişiye olan hayranlığını sonunda atlatmış olması büyük
    rahatlıktı. Eskiden, daimi, gülünç hayallerinden kaçmak neredeyse imkansızdı. O
    zamanlar, eğer dudaklarım ve arkalarındaki dişlerim onun yakınlarına gelirse tam
    6
    olarak ne olacağını ona açıklayabilmeyi dilemiştim. Bu, o rahatsız edici fantezilerini
    sustururdu. Tepkisinin düşüncesi beni neredeyse gülümsetti.
    Ona çok da yararı olacak sanki, diye devam etti Jessica. Gerçekten güzel bile değil.
    Niye Eric’in ona bu kadar çok baktığını bilmiyorum… ya da Mike’ın.
    Son isimde irkildi. Yeni platoniği, popüler Mike Newton ona tamamen
    kayıtsızdı. Belli ki, yeni kıza o kadar kayıtsız değildi. Yine parlak cisimle çocuk gibi.
    Kıza ailemle ilgili bilgi verirken dışarıdan samimi görünüyordu. Yeni öğrenci
    mutlaka bizi sormuş olmalıydı.
    Bugün herkes bana da bakıyor, diye düşündü Jessica kendini beğenmiş şekilde.
    Bella’nın benimle iki dersi olması büyük şans… Bahse girerim ki Mike bana–
    Dar kafalılığı ve abesliği beni delirtmeden önce bu anlamsız gevezeliği
    kafamdan atmaya çalıştım.
    “Jessica Stanley yeni Swan kızına Cullen’ların bütün kirli çamaşırlarını
    anlatıyor.” diye mırıldandım Emmett’a dikkatimi dağıtmak için.
    Alçak sesle kıkırdadı. Umarım iyi anlatıyordur, diye düşündü.
    “Hiç yaratıcı değil aslında. Sadece ufak skandal dokundurmaları, korku
    hikayeleri değil. Biraz hayal kırıklığına uğradım.”
    Peki yeni kız? O da dedikoduda umduğunu bulamamış mı?
    Yeni kızın, Bella’nın, Jessica’nın hikayesi üzerine ne düşündüğünü duymak
    için dinledim. Herkesçe görmezden gelinen garip, kireç tenli aileye baktığında ne
    görmüştü?
    Tepkisini bilmek benim bir nevi sorumluluğumdu. Ailem için bir gözcüydüm,
    bizi korumak için. Eğer birileri şüphelenmeye başlarsa, erken bir uyarı ve kolay geri
    çekilme şansı verebiliyordum. Bu sık sık oluyordu – aktif hayal gücüne sahip bazı
    insanlar bizi bir kitap ya da film karakteri olarak görüyorlardı. Genellikle yanlış
    sonuca varıyorlardı; ama riske girmektense başka bir yere taşınmak daha iyiydi. Çok
    çok ender, birileri doğru tahmin ediyordu. Onlara hipotezlerini test etme şansı
    vermiyorduk. Korkutucu bir anıdan başka bir şey olmamak için sadece
    kayboluyorduk…
    Jessica’nın anlamsız iç monologunun devam ettiği yerin yakınını dinlememe
    rağmen hiçbir şey duymadım. Sanki orada kimse oturmuyor gibiydi. Ne tuhaf. Kız
    gitmiş miydi? Jessica ona hala gevezelik ettiğine göre, bu pek mümkün değildi.
    Dengesiz hissederek kontrol etmek için baktım, ekstra ‘duyu’mun bana ne
    söyleyebileceğini kontrol etmek için – bu daha önce yapmak zorunda kaldığım bir
    şey değildi.
    Bakışım yine aynı, büyük ve kahverengi gözlere kilitlendi. Daha önce
    oturduğu yerde oturuyor ve Jessica ona hala Cullen’larla ilgili yerel dedikoduları
    anlattığı için, doğal olarak, bize bakıyordu.
    Bizi düşünmek de doğal olurdu.
    Ama bir fısıltı bile duyamadım.
    Bir yabancıya bakarken yakalanmanın utancından kaçmak için aşağıya
    bakarken, davet edici sıcak bir kırmızı, yanaklarını renklendirdi. Jasper’ın hala
    7
    pencereden dışarı bakıyor olması iyiydi.Bu serbest kanın, onun kontrolüne ne
    yapacağını hayal etmek istemiyordum.
    Duyguları yüzünde sanki alnında yazılmış gibi açıktı: kendi türü ve benim
    türüm arasındaki hemen göze çarpmayan farkları bilmeden algıladığında şaşkınlık,
    Jessica’nın hikayesini dinlediğinde merak ve başka bir şey daha… hayranlık? Bu ilk
    olmazdı. Avlarımıza göre güzeldik. Ve son olarak, onu bana bakarken
    yakaladığımda utanç.
    Yine de, düşünceleri garip gözlerinde – garip, çünkü çok derinlerdi;
    kahverengi gözler genelde koyuluklarıyla düz görünürlerdi – çok açık olsa da,
    oturduğu yerden sessizlikten başka hiçbir şey duyamıyordum. Hiçbir şey.
    Bir an huzursuz hissettim.
    Bu daha önce karşılaştığım bir şey değildi. Bende mi bir sorun vardı? Her
    zaman hissettiğim gibi hissediyordum. Endişelenerek daha güçlü dinledim.
    …ne tür müzik seviyor acaba… belki ona şu yeni CD’den bahsedebilirim… diye
    düşünüyordu iki masa ötedeki Mike Newton – Bella Swan’a gözlerini dikerek.
    Onu izleyişine bak. Okuldaki kızların yarısının onu beklemesi yetmiyor mu… Eric
    Yorkie, kızın etrafında dönen hararetli düşünceler içindeydi.
    …çok iğrenç. Ünlü falan olduğunu sanırsın… Edward Cullen bile ona
    bakıyor…Lauren Mallory o kadar kıskançlık içindeydi ki, yüzü koyu yeşil olmalıydı.
    Ve Jessica yeni en iyi arkadaşıyla hava atıyor. Ne şaka…Asit gibi sözler kızın
    düşüncelerinde dönmeye devam etti.
    …Bahse girerim ki herkes ona bunu sormuştur; ama onunla konuşmak isterim. Daha
    özgün bir soru düşüneyim… düşünceleri içindeydi Ashley Dowling.
    …belki İspanyolca sınıfımdadır… diye ümitlendi June Richardson.
    …bu akşam yapacak bir sürü şey var! Trigonometri ve İngilizce sınavı. Umarım
    annem… Düşünceleri alışılmadık şekilde iyi olan, sessiz kız Angela Weber, masada
    bu Bella’yı takıntı haline getirmemiş tek kişiydi.
    Hepsini duyabiliyordum, düşündükleri her önemsiz şeyi akıllarından geçtiği
    sırada duyabiliyordum; ama aldatıcı şekilde açık görünen gözlere sahip kızdan
    hiçbir şey yoktu.
    Ve tabii ki, kızın Jessica’yla konuşurken ne söylediğini duyabiliyordum.
    Alçak, duru sesini odanın uzak tarafından duyabilmek için akıl okumam
    gerekmiyordu.
    “Kırmızı-kahverengi saçlı çocuk hangisi?” diye sorduğunu duydum, bana
    gözünün kenarından gizlice bakıp, hala onu izlediğimi gördüğünde gözlerini
    kaçırarak.
    Eğer sesini duymanın ulaşamadığım bir yerde kaybolmuş düşüncelerinin
    tonunu saptamama yardım edeceğini ummak için vaktim olsaydı, anında hayal
    kırıklığına uğrayacaktım. Genellikle, insanların düşünceleri fiziksel sesleriyle yakın
    perdede olurdu; ama bu alçak, utangaç ses yabancıydı, odanın içindeki yüzlerce
    düşünceden biri değildi, bundan emindim. Tamamen yeniydi.h, iyi şanslar geri zekalı! diye düşündü Jessica, kızın sorusunu cevaplamadan
    önce. “O Edward. Harika tabii ki; ama zamanını boşa harcama. Kimseyle çıkmaz.
    Belli ki buradaki kızların hiçbiri onun için yeterince güzel değil.” Burnunu kıvırdı.
    Gülüşümü saklamak için kafamı çevirdim. Jessica ve sınıf arkadaşlarının,
    hiçbiri bana özellikle çekici gelmediği için ne kadar şanslı olduklarından haberleri
    yoktu.
    Geçici neşenin altında, tam olarak anlayamadığım garip bir dürtü hissettim.
    Jessica’nın düşüncelerindeki, kızın farkında olmadığı fenalıkla bir ilgisi vardı…
    Garip şekilde onların arasında girip, bu Bella Swan’ı Jessica’nın aklının karanlık
    işleyişinden koruma isteği hissettim. Ne kadar sıra dışı bir duygu. Bu dürtünün
    altındaki sebepleri ortaya çıkarmaya çalışarak yeni kızı bir kere daha inceledim.
    Muhtemelen sadece uzun zaman önce gömülmüş zayıfı güçlüye karşı koruma
    içgüdüsüydü. Kız sınıf arkadaşlarından daha kırılgan görünüyordu. Teni öyle
    şeffaftı ki, onu dış dünyadan koruduğuna inanmak güçtü. Soluk, berrak zarın
    altındaki damarlarında kanın ritmik akışını görebiliyordum… ama buna
    odaklanmamalıydım. Seçtiğim hayatta iyiydim; fakat Jasper kadar susamıştım ve bir
    ayartıyı davet etmenin anlamı yoktu.
    Kaşlarının arasında, farkında olmadığı hafif bir kıvrım vardı.
    Bu inanılmaz derecede sinir bozucuydu! Orada oturmanın, yabancılarla
    konuşmanın, ilgi odağı olmanın onun için bir gerilim olduğunu net bir şekilde
    görebiliyordum. Utangaçlığını, narin görünümlü omuzlarını tutuşundan – sanki her
    an bir saldırı bekliyormuş gibi hafifçe kambur – hissedebiliyordum. Yine de sadece
    hissedebiliyor, görebiliyor, hayal edebiliyordum. Bu sıradan insan kızından
    sessizlikten başka bir şey gelmiyordu. Hiçbir şey duyamıyordum. Niye?
    “Kalkalım mı?” diye mırıldandı Rosalie, konsantrasyonumu bozarak.
    Bir ferahlama hissiyle kızdan uzağa baktım. Başarısız olmaya devam etmek
    istemiyordum, bu beni rahatsız ediyordu. Ayrıca saklanmış düşüncelerine sadece
    benden gizli oldukları için ilgi duymaya başlamak istemiyordum. Şüphesiz,
    düşüncelerine ulaştığımda – ve bunu yapmak için bir yol bulacaktım – bütün insan
    düşünceleri gibi boş ve değersiz olacaklardı. Onlara ulaşmak için harcadığım çabaya
    değmeyeceklerdi.
    “Ee, yeni kız henüz birden korkuyor mu?” diye sordu Emmett, hala önceki
    sorusuna cevabımı bekleyerek.
    Omuz silktim. Daha çok bilgi için bastıracak kadar ilgili değildi. Ben de
    olmamalıydım.
    Masadan kalktık ve kafeteryadan dışarı çıktık.
    Emmett, Rosalie ve Jasper son sınıf rolü yapıyorlardı; dersleri için ayrıldılar.
    Ben onlardan daha genç bir rol oynuyordum. Sondan bir önceki sınıf düzeyindeki
    Biyoloji sınıfıma doğru ilerledim ve zihnimi sıkıntıya hazırladım. Ortalama bir
    zekadan fazlasına sahip olmayan Bay Banner’ın, dersine iki tıp diplomasına sahip
    birini şaşırtacak bir şey ekleyebileceğinden şüpheliydim.
    pusejik
    pusejik
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 323
    Rep Puanı : 1
    Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 03/07/09
    Doğum tarihi Doğum tarihi : 28/01/97
    Yaş : 27
    Nerden : Edwardın Kalbinden
    İş/Hobiler : Pc ye girmek

    Midnight Sun [İlk 12 BöLüm] Empty Geri: Midnight Sun [İlk 12 BöLüm]

    Mesaj tarafından pusejik Ptsi Tem. 06, 2009 12:03 pm

    DEvamı Smile
    Sınıfta sırama yerleştim ve kitaplarımı – rol malzemeleri; içlerinde bilmediğim
    hiçbir şey yoktu – masaya saçtım. Kendine ait bir masası olan tek öğrenci bendim.
    İnsanlar benden kaçmaları gerektiğini bilecek kadar zeki değildi; ama hayatta kalma
    içgüdüleri uzakta durmaları için yeterliydi.
    Oda, öğrenciler yemekten döndükçe yavaşça doldu. Arkama yaslandım ve
    zamanın geçmesini bekledim. Tekrar, uyuyabilmeyi diledim.
    Angela Weber yeni kızla beraber kapıdan içeri girdiğinde, onu düşündüğüm
    için ismi dikkatimi çekti.
    Bella benim kadar utangaç görünüyor. Bugünün onun için zor olduğuna bahse
    girerim. Keşke bir şey söyleyebilseydim… ama muhtemelen sadece kulağa aptal gelir…
    Evet! diye düşündü Mike Newton ve kızın girişini izlemek için sırasında
    döndü.
    Hala, Bella Swan’ın durduğu yerden hiçbir şey yoktu. Düşüncelerinin olması
    gereken boşluk beni sinirlendirip cesaretimi kırmıştı.
    Öğretmen kürsüsüne gidebilmek için yanımdaki yoldan geçerken yaklaştı.
    Zavallı kız; tek boş sıra yanımdaki sıraydı. Otomatik olarak onun tarafındaki
    kitaplarımı bir yığın haline getirdim. Burada rahat hissedeceğinden şüpheliydim.
    Uzun bir dönem için buradaydı – bu sınıfta en azından. Belki, yanında otururken
    sırlarını ortaya çıkarabilirdim… daha önce bu kadar yakınlığa ihtiyacım olduğundan
    değil… dinlemeye değecek bir şey bulacağımdan değil…
    Bella Swan havalandırmadan bana doğru gelen sıcak havanın içine yürüdü.
    Kokusu bana harap edici bir mermi, dövücü bir mancınık gibi çarptı. O zaman
    bana ne olduğunu açıklayacak yeterince vahşi bir simge yoktu.
    O anda, bir zamanlar olduğum insana hiçbir şekilde yakın değildim; kendimi
    gerisinde tuttuğum insanlık maskesinin parçalarından eser yoktu.
    Ben bir avcıydım. O benim avımdı. Dünyada bu gerçekten başka hiçbir şey
    yoktu.
    Görgü tanıklarıyla dolu bir oda yoktu – onlar çoktan kafamdaki paralel
    hasarlardı. Düşüncelerinin gizemi unutulmuştu. Bir anlam ifade etmiyorlardı, çünkü
    onları düşünmeye uzun süre devam edemeyecekti.
    Ben bir vampirdim ve o seksen yıldır kokladığım en tatlı kana sahipti.
    Böyle bir kokunun var olabileceğini hiç hayal etmemiştim. Eğer bilseydim,
    onu yıllar önce aramaya çıkardım. Onun için bütün gezegeni tarardım. Tadını hayal
    edebiliyordum…
    Susuzluk boğazımı bir ateş gibi yaktı. Ağzım kurumuş ve kızarmıştı. Taze
    zehir akıntısı bu hissi gideremedi. Midem susuzluğun bir yankısı olan açlıkla
    büküldü. Kaslarım sıçramak üzere gerildi.
    Tam bir saniye geçmemişti. Hala onu rüzgar yönüne getiren adımı atıyordu.
    Ayağı yere değdiğinde gözleri bana kaydı, gizlice bakmak istediği belliydi.
    Bakışımla buluştu ve gözlerinin büyük aynalarında kendimi gördüm.
    Orada gördüğüm yüzün şoku, hayatını birkaç sıkıntılı an kadar uzattı.
    10
    Bunu kolaylaştırmadı. Yüzümdeki ifadeyi gördüğünde, kan yine yanaklarına
    hücum edip, tenini gördüğüm en nefis renge boyadı. Koku, beynimde yoğun bir
    sisti. İçinden zorlukla düşünebiliyordum. Düşüncelerim köpürmüştü, kontrole
    direniyorlardı, tutarsızlardı.
    Kaçması gerektiğini anlamış gibi, şimdi daha hızlı yürüyordu. Acelesi onu
    sakarlaştırmıştı – ayağı takıldı ve sendeledi, neredeyse önümde oturan kızın üzerine
    düşüyordu. Savunmasız, zayıf. Bir insana göre normal olandan bile daha fazla.
    Gözlerinde gördüğüm yüze odaklanmaya çalıştım, tiksinerek hatırladığım
    yüze, içimdeki canavarın yüzüne – yıllarca çaba gösterip, katı disiplinle yendiğim
    yüze. Şimdi ne kadar da kolayca yüzeye sıçramıştı!
    Koku yine düşüncelerimi dağıtarak ve beni neredeyse sıramdan iterek
    etrafımda döndü.
    Hayır.
    Kendimi sandalyede tutmaya çalışırken elim masanın kenarını kavradı. Tahta
    yeteri kadar dayanıklı değildi. Elim desteği ezdi ve bir avuç dolusu kıymıkla geri
    geldi, kalan tahtada parmaklarımın şeklini bıraktı.
    Delili yok et. Bu esas kuraldı. Şeklin kenarlarını parmaklarımla çabucak toz
    haline getirdim, masada düzensiz bir delik ile yerde ayaklarımla dağıttığım bir yığın
    talaş dışında hiçbir şey bırakmadım.
    Delili yok et. Tamamlayıcı hasar…
    Şimdi ne olacağını biliyordum. Gelip yanıma oturmak zorunda kalacaktı ve
    ben onu öldürmek zorunda kalacaktım.
    Sınıftaki masum izleyicilerin, on sekiz başka çocuk ve bir adamın, yakında
    görecekleri şeyi gördükten sonra odadan çıkmalarına izin verilemezdi.
    Yapmak zorunda olduğum şeyin düşüncesinden korktum. En kötü
    zamanımda bile, hiç böyle bir vahşet işlememiştim. Seksen yıl içinde asla masumları
    öldürmemiştim ve şimdi yirmi tanesini aynı anda katletmeyi planlıyordum.
    Aynadaki canavarın yüzü benimle alay etti.
    Bir yarım canavardan ürküp kaçarken bile, diğer yarım plan yapıyordu.
    Eğer ilk önce kızı öldürürsem odadaki insanlar tepki vermeden on beş – yirmi
    saniyem olacaktı. Belki biraz daha uzun, eğer başta ne yaptığımı anlamazlarsa. Çığlık
    atmaya ya da acı hissetmeye vakti olmayacaktı; onu zalimce öldürmeyecektim.
    Korkunç derecede çekici kana sahip bu yabancıya verebileceğimin en fazlası buydu.
    Ama sonra kalanların kaçmasını engellemem gerekecekti. Pencereler kimsenin
    kaçamayacağı kadar küçük ve yüksekti. Sadece kapı – onu tut ve hepsi kapana
    kısılsın.
    Panikle mücadele eder ve karmaşa içinde hareket ederlerken hepsini birden
    öldürmek daha yavaş ve zor olacaktı. İmkansız değildi; ama çok fazla ses çıkacaktı.
    Bir sürü çığlığa vakit olacaktı. Birileri duyacaktı… ve ben bu kara saatte daha çok
    masumu öldürmeye zorlanacaktım.
    Ayrıca ben diğerlerini öldürürken, onun kanı soğuyacaktı.
    Koku, boğazımı susatıcı acıyla keserek beni cezalandırdı.
    11
    O zaman görgü tanıklarından başlayacaktım.
    Aklımda haritasını yaptım. Odanın ortasında, arkadaki en uzak sıradaydım.
    Sağ yanımı önce hallederdim. Saniyede dört ya da beş tanesinin boynunu
    kırabileceğimi tahmin ediyordum. Sesli olmazdı. Sağ kısım şanslı olan taraftı; benim
    geldiğimi görmezlerdi. Öne doğru hareket edip sol tarafa dönerek, bu odadaki her
    hayatı sonlandırmam en fazla beş saniyemi alırdı.
    Bella Swan’ın onun için neyin geldiğini görmesine yetecek kadar uzundu.
    Korkmasına yetecek kadar uzundu. Belki, eğer şok onu olduğu yerde dondurmazsa
    bir çığlık atmasına yetecek kadar uzundu. Bir yumuşak çığlık kimseyi koşturmazdı.
    Derin bir nefes aldım. Koku, kuru damarlarımda yarışan bir alevdi. Göğsümü
    sahip olduğum daha iyi her dürtüyü kül ederek yakıyordu.
    Şimdi yeni dönüyordu. Birkaç saniye içinde benden santimler öteye
    oturacaktı.
    Kafamdaki canavar beklentiyle gülümsedi.
    Solumda, biri bir dosyayı sertçe kapattı. Ölüme mahkum hangi insan
    olduğunu görmek için bakmadım; ama bu hareket yüzüme doğru normal, kokusuz
    hava gelmesini sağladı.
    Kısa bir saniye için, net şekilde düşünebilmiştim. Bu değerli saniyede, kafamın
    içinde yan yana iki yüz gördüm.
    Biri benimdi, ya da eskiden benimdi: Çok insan öldüren, öyle ki sayısını
    saymayı bıraktığım kırmızı gözlü canavar. Mantıklı kılınan, dayanağa sahip
    cinayetler. Bir katil katili, daha güçsüz canavarların katili. Bir ilah karışımıydı, bunu
    kabul ediyordum – kimin idam cezası hak ettiğine karar veriyordu. Ödün vererek
    kendimle yaptığım bir anlaşmaydı bu. İnsan kanıyla beslenmiştim; ama sadece en
    gevşek tanımla. Kurbanlarım, çeşitli karanlık zevkleriyle, benden daha fazla insan
    değillerdi.
    Diğer yüz Carlisle’ındı.
    İki surat arasında hiçbir benzerlik yoktu. Biri parlak gündü ve diğeri en
    karanlık geceydi.
    Bir benzerlik olması için sebep yoktu. Carlisle benim biyolojik olarak babam
    değildi. Ortak hatlar paylaşmıyorduk. Rengimizdeki benzerlik, olduğumuz şeyin bir
    sonucuydu; bütün vampirler aynı buz beyazı tene sahipti. Gözlerimizin rengindeki
    benzerlik ayrı bir şeydi – ortak seçimin bir yansıması.
    Ve yine de bir benzerlik için kaynak olmasa da, seçimini benimsediğim ve
    adımlarını takip ettiğim son yetmiş yılda, yüzümün onunkini yansıtmaya başladığını
    düşünmüştüm. Hatlarım değişmemişti; ama bana, bilgeliğinin birazı ifademi
    işaretlemiş, merhameti ağzımın şeklinde izlenebiliyormuş ve sabrının işaretleri
    kaşlarımda belirgin gibi gelmişti.
    Bütün bu küçük gelişmeler, canavarın yüzünde kaybolmuştu. Kısa bir süre
    içinde, yaratıcımla, sayılan her şekilde babam olan akıl hocamla geçirdiğim yılları
    yansıtacak hiçbir şey kalmayacaktı. Gözlerim şeytanınki gibi kırmızı parlayacaktı;
    bütün benzerlik sonsuza dek kaybolacaktı.
    12
    Kafamda, Carlisle’ın gözleri beni yargılamıyordu. Yapacağım bu korkunç
    davranış için beni affedeceğini biliyordum, çünkü beni seviyordu, çünkü aslında
    olduğumdan daha iyi olduğumu düşünüyordu ve ona yanıldığını kanıtladığımda
    bile, beni yine sevecekti.
    Bella Swan yanımdaki sandalyeye oturdu, hareketleri tutuk ve sakardı
    – korkuyla mı? – ve kanının kokusu, etrafımda acımasız bir bulut haline geldi.
    Babama benim hakkımda yanıldığını kanıtlayacaktım. Bu durumun ıstırabı
    neredeyse boğazımdaki ateş kadar acıttı.
    Tiksinerek kızdan uzaklaştım – onun için sızlanan canavar isyan etti.
    Niye buraya gelmek zorundaydı? Niye var olmak zorundaydı? Niye aslında
    hayat olmayan bu şeyde bulduğum küçücük huzuru bozmak zorundaydı? Bu
    çileden çıkartıcı insan niye doğmuştu? Beni mahvedecekti.
    Ani bir şiddetle, mantıksız nefret beni baştan aşağı sararken yüzümü
    çevirdim.
    Bu yaratık kimdi? Niye ben, niye şimdi? Sadece o, ortaya çıkmak için bu
    ihtimali düşük kasabayı seçti diye niye ben her şeyi kaybetmek zorundaydım?
    Niye buraya gelmişti!
    Bir canavar olmak istemiyordum! Bir oda dolusu zararsız çocuğu öldürmek
    istemiyordum! Ömür boyu fedakarlık ve inkarla kazandığım her şeyi kaybetmek
    istemiyordum!
    Yapmayacaktım. Bana bunu yaptıramayacaktı.
    Problem kokuydu, kanının korkunç derecede çekici kokusuydu. Eğer karşı
    koymanın sadece bir yolu olsaydı… keşke başka bir temiz hava dalgası zihnimi
    berraklaştırabilseydi.
    Bella Swan, uzun, gür, kızıl kahverengi saçlarını benim yönüme doğru salladı.
    Delirmiş miydi? Canavarı kışkırtıyor gibiydi, onunla alay ediyor gibi.
    Kokuyu benden uzağa üfleyecek hiçbir yardımsever esinti yoktu. Hepsi kısa
    sürede yok olacaktı.
    Hayır, hiç yardımcı esinti yoktu; ama nefes almak zorunda değildim.
    Ciğerlerime dolan havayı durdurdum. Rahatlık aniydi; ama yarımdı.
    Kokunun anısı hala kafamdaydı ve tadı dilimdeydi. Böyle bile, çok uzun süre karşı
    koyamayacaktım; ama belki bir saatliğine yapabilirdim. Bir saat. Belki kurban olmak
    zorunda olmayan kurbanlarla dolu bu odadan çıkmaya yetecek kadar zaman.
    Nefes almamak rahatsız edici bir histi. Vücudumun oksijene ihtiyacı yoktu;
    ama bu içgüdülerime ters düşüyordu. Gerginlik anlarında koku alma duyuma
    diğerlerinden daha çok güvenirdim. Avda yolu gösterirdi, tehlike durumunda ilk
    uyarıydı. Benim kadar tehlikeli bir şeye sık sık rastlamazdım; ama kendini koruma
    içgüdüsü, benim türümde sıradan bir insanınki kadar güçlüydü.
    Rahatsız edici; ama idare edilebilir. Onun kokusunu alıp, dişlerimi ince,
    saydam ve nefis teninden, sıcak, ıslak, nabzı atan–
    Bir saat! Sadece bir saat. O kokuyu, o tadı kesinlikle düşünmemeliydim.
    13
    Sessiz kız saçlarını aramıza koydu, dosyasına doğru dökülmesi için öne eğildi.
    Yüzünü göremiyordum, berrak, derin gözlerindeki duyguları okumaya
    çalışamıyordum. Buklelerini aramıza yaymasının sebebi bu muydu? O gözleri
    benden saklamak mı? Korkudan? Utançtan? Sırlarını benden gizli tutmak için?
    Sessiz düşüncelerinden doğan eski rahatsızlığım, şimdi beni ele geçiren
    ihtiyaçtan – ayrıca nefretten – çok daha zayıftı. Yanımdaki narin kadın-çocuktan
    nefret ediyordum, ondan eski halime sarılışımın, aileme olan sevgimin, olduğumdan
    daha iyi biri olmaya dair hayallerimin bütün hararetiyle nefret ediyordum. Ondan
    nefret etmek, bana hissettirdiklerinden nefret etmek – bu biraz yardımcı oldu. Evet,
    daha önce hissettiğim rahatsızlık zayıftı; ama o da biraz yardım etti. Beni onun tadını
    hayal etmekten alıkoyacak her türlü duyguya sarıldım.
    Nefret ve rahatsızlık. Sabırsızlık. Şu saat hiç geçmeyecek miydi?
    Ve sonra ders bittiğinde… bu odadan çıkardı… ve ben ne yapardım?
    Kendimi tanıtırdım. Merhaba, benim adım Edward Cullen. Sana bir sonraki sınıfına
    kadar eşlik edebilir miyim?
    Evet derdi. Yapılacak nazik hareket buydu. Benden şimdiden korkar ve
    şüphelenirken bile, adete uyarak yanımda yürürdü. Onu yanlış tarafa yönlendirmek
    kolay olmalıydı. Park yerinin arkasına oraya dokunmak için uzanan bir parmak gibi
    yakın olan ormana. Ona kitabımı arabamda unuttuğumu söyleyebilirdim…
    Birileri son kez birlikte görüldüğü insanın ben olduğumu fark eder miydi?
    Her zamanki gibi yağmur yağıyordu; yanlış yöne giden yağmurluklu iki kişi çok
    fazla dikkat çekmez ya da beni ele vermezdi.
    Tabii bugün onun farkında olan tek öğrencinin ben olmadığımı saymazsak –
    kimse benim kadar olmasa da. Özellikle Mike Newton, o sandalyesinde huzursuzca
    kıpırdanırken – bana yakın olmaktan rahatsızdı, tıpkı herkesin olacağı gibi, tıpkı
    kokusu bütün merhametli endişemi yok etmeden önce beklediğim gibi – her
    hareketinin bilincindeydi. Eğer kız sınıftan benimle çıkarsa Mike Newton bunu fark
    ederdi.
    Eğer bir saat dayanabilirsem, iki saat dayanabilir miydim?
    Yanmanın acısından korktum.
    Boş bir eve gidecekti. Polis Şefi Swan tüm gün çalışıyordu. Bu küçük
    kasabadaki bütün evleri bildiğim gibi gibi, onun evini de biliyordum. Ormanın
    hemen yanındaydı, yakın komşu yoktu. Çığlık atmaya vakti olsa bile, ki olmayacaktı,
    duyacak kimse olmazdı.
    Bu işle ilgilenmenin sorumlu yolu buydu. İnsan kanı olmaksızın yetmiş yıl
    idare etmiştim. Eğer nefesimi tutarsam, iki saat daha dayanabilirdim. Onu yalnız
    yakaladığımda, başka kimsenin incinme riski olmayacaktı. Ve deneyim sırasında acele
    etmek için de hiçbir sebep yok, diye katıldı kafamın içindeki canavar.
    Bu odadaki on dokuz insanı çaba ve sabırla kurtararak, bu masum kızı
    öldürdüğümde daha az canavar olacağımı düşünmek saçmaydı.
    pusejik
    pusejik
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 323
    Rep Puanı : 1
    Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 03/07/09
    Doğum tarihi Doğum tarihi : 28/01/97
    Yaş : 27
    Nerden : Edwardın Kalbinden
    İş/Hobiler : Pc ye girmek

    Midnight Sun [İlk 12 BöLüm] Empty Geri: Midnight Sun [İlk 12 BöLüm]

    Mesaj tarafından pusejik Ptsi Tem. 06, 2009 12:03 pm

    14
    Ondan nefret etsem de, bunun adaletsiz olduğunu biliyordum. Aslında
    kendimden nefret ettiğimi biliyordum ve o öldüğünde ikimizden de çok daha fazla
    nefret edecektim.
    Bir saati bu şekilde geçirdim – onu öldürmenin en iyi yollarını hayal ederek.
    Asıl eylemi düşlememeye çalıştım. Bana fazla gelebilirdi; bu savaşı kaybedip
    görüşümdeki herkesi öldürebilirdim. O yüzden stratejiden başka hiçbir şey
    planlamadım.
    Bir kere, sona doğru, saçlarıyla ördüğü duvardan bana baktı. Bakışıyla
    buluştuğumda benden yayılan adaletsiz nefreti hissedebiliyordum – onun korkmuş
    gözlerinde bunun yansımasını görebiliyordum. Kan, o yüzünü tekrar saklayamadan
    önce yanağını renklendirdi ve ben neredeyse mahvolmuştum.
    Ama zil çaldı. Zil kurtardı – ne kadar da klişe. İkimiz de kurtulduk. O
    ölümden kurtuldu. Bense sadece kısa bir süreliğine korktuğum ve nefret ettiğim o
    kabus gibi yaratığa dönüşmekten kurtuldum.
    Odadan dışarı fırlarken, gerektiği kadar yavaş yürüyemedim. Eğer biri bana
    bakıyor olsaydı, hareket edişimde bir yanlışlık olduğundan şüphelenebilirlerdi.
    Kimse bana dikkat etmiyordu. Bütün insan düşünceleri, bir saatten biraz kısa bir
    süre içinde ölmeye hükümlü kızın etrafında dönüyordu.
    Arabama saklandım.
    Kendimi saklanmak zorunda kalmış olarak düşünmekten hoşlanmazdım.
    Kulağa ne kadar ödlekçe geliyordu… ama şüphesiz, şimdi durum buydu.
    Şu anda insanların arasında olmama yetecek kadar disipline sahip değildim.
    Birini öldürmemek için bu kadar odaklanmam, diğerlerine karşı gelmem için bana
    kaynak bırakmıyordu. Bu ne büyük bir israf olurdu. Eğer canavara boyun
    eğeceksem, yenilgiye değecek hale getirebilirdim.
    Genelde beni sakinleştiren bir CD çaldım; ama çok az işe yaradı. Hayır, en çok
    yardım eden, açık pencerelerimden hafif yağmurla birlikte giren serin, ıslak ve temiz
    havaydı. Bella Swan’ın kanını kusursuz netlikle hatırlamama rağmen, temiz havayı
    içime çekmek, bunun enfeksiyonunu vücudumdan yıkamak gibiydi.
    Aklım yine başımdaydı. Tekrar düşünebilirdim ve tekrar savaşabilirdim.
    Olmak istemediğim şeye karşı savaşabilirdim.
    Evine gitmek zorunda değildim. Onu öldürmek zorunda değildim. Açıkça,
    mantıklı, düşünebilen bir yaratıktım ve seçeneğim vardı. Her zaman bir seçenek
    vardı.
    Sınıftaki gibi hissettirmiyordu… ama şimdi ondan uzaktaydım. Belki, eğer
    ondan çok çok dikkatle kaçarsam hayatımın değişmesine gerek kalmazdı. İşler
    istediğim şekilde düzenliydi. Niye böle çileden çıkarıcı ve leziz birinin bunu
    mahvetmesine izin verecektim ki?
    Babamı hayal kırıklığına uğratmak zorunda değildim. Annemin gerginlik,
    endişe… acı çekmesine sebep olmak zorunda değildim. Evet, bu beni evlat edinmiş
    annemi de incitirdi ve Esme çok nazik, çok duygusal ve yumuşaktı. Onun gibi birine
    acı çektirmek kesinlikle affedilemezdi.Bu insan kızını Jessica Stanley’nin art niyetli düşüncelerinin küçük, dişsiz
    tehdidinden korumak istemem ne kadar ironikti. Isabella Swan için bir koruyucu
    olabilecek son kişi bendim. Asla herhangi bir şeyden, benden ihtiyacı olduğu kadar
    korunmaya gereksinimi olmayacaktı.
    Aniden Alice’in nerede olduğunu merak ettim. Swan kızını pek çok şekilde
    öldürdüğümü görmemiş miydi? Niye yardım etmeye gelmemişti – beni durdurmaya
    ya da kanıtları yok etmeye, hangisi olursa? Jasper’la ilgili sorunları izlemeye
    dikkatini öyle vermişti ki, bu çok daha korkunç ihtimali kaçırmış mıydı?
    Düşündüğümden daha mı güçlüydüm? Kıza gerçekten hiçbir şey yapmayacak
    mıydım?
    Hayır. Bunun doğru olmadığını biliyordum. Alice mutlaka Jasper’a çok fazla
    odaklanıyor olmalıydı.
    Olacağını bildiğim yönü, İngilizce sınıfları için kullanılan küçük binayı
    taradım. Tanıdık ‘sesi’ni bulmam uzun sürmedi. Ve haklıydım. Her düşüncesi
    Jasper’a dönüktü, en ufak kararlarını dakika dakika takip ediyordu.
    Ona akıl danışabilmeyi diledim; ama aynı zamanda ne yapabileceğimi
    bilmediğinden memnundum, son bir saatte düşündüğüm katliamın farkında
    olmamasından.
    Vücudumda yeni bir yanma hissettim – utanç. Hiçbirinin bilmesini
    istemiyordum.
    Eğer Bella Swan’dan kaçabilirsem, eğer onu öldürmemeyi başarabilirsem –
    bunu düşündüğümde bile, canavar kıvrandı ve dişlerini sinirle gıcırdattı – o zaman
    kimsenin bilmesine gerek kalmazdı. Eğer onun kokusundan uzak durabilirsem…
    En azından niye denemeyeceğime dair hiçbir sebep yoktu. İyi bir seçim
    yapmayı, Carlisle’ın olduğumu düşündüğüm kişi olmayı.
    Okulun son saati neredeyse bitmişti. Yeni planımı hemen harekete geçirmeye
    karar verdim. Burada, yanımdan geçip beni tekrar mahvedebileceği yerde
    oturmaktan iyiydi. Yine, kıza haksız bir nefret hissettim. Üzerimde sahip olduğu bu
    bilinçsiz güçten nefret ettim. Beni hakaret ettiğim bir şeye dönüştürebilmesinden
    nefret ettim.
    Küçük kampüsten ofise doğru hızla yürüdüm – biraz fazla hızla; ama tanık
    yoktu. Bella Swan’ın yolunun benimle kesişmesi için hiçbir sebep yoktu. Olduğu bela
    gibi kaçınılacaktı.
    Ofis görmek istediğim sekreter dışında boştu.
    Sessiz girişimi fark etmedi.
    “Bayan Cope?”
    Doğal olmayan kırmızı saçlara sahip kadın baktı ve gözleri büyüdü.
    Anlamadıkları küçük işaretler onları hep hazırlıksız yakalardı, bizi daha önce ne
    kadar çok görmüş olsalar da.
    “Ah.” dedi şaşırıp, zorlukla soluyarak. Bluzunu düzeltti. Aptal, diye düşündü
    kendi kendine. O neredeyse benim çocuğum olacak kadar genç. Böyle düşünmek için çok
    16
    genç… “Merhaba Edward. Senin için ne yapabilirim?” Kalın gözlüklerinin arkasında
    kirpikleri titredi.
    Rahatsız edici. Ama olmak istediğim zaman nasıl çekici olabileceğimi
    biliyordum. Hangi ses tonuyla konuşacağımı, hangi hareketleri yapacağımı bildiğim
    için kolaydı.
    Öne doğru eğilip, derinliksiz, küçük kahverengi gözlerine derin derin
    bakıyormuş gibi bakışıyla buluştum. Düşünceleri şimdiden heyecan içindeydi. Bu
    basit olmalıydı.
    “Bana ders programımla ilgili yardım edip edemeyeceğinizi merak
    ediyordum.” dedim insanları korkutmamak için ayırdığım yumuşak sesle.
    Kalbinin temposunun arttığını duydum.
    “Tabii ki Edward. Nasıl yardımcı olabilirim?” Çok genç, çok genç, diye
    tekrarladı. Yanılıyordu tabii ki. Ben onun büyükbabasından daha yaşlıydım; ama
    ehliyet belgeme göre, haklıydı.
    “Acaba biyoloji sınıfımdan son sınıf seviyesinde fen dersine geçebilir miyim?
    Fizik, mesela?”
    “Bay Banner’la bir problem mi var Edward?”
    “Hayır, sadece ben bu konuları zaten işlemiştim…”
    “Alaska’da gittiğiniz hızlandırılmış okulda, doğru.” Bunu düşünürken ince
    dudakları büzüldü. Hepsi üniversitede olmalılar. Öğretmenlerin şikayet ettiğini hiç
    duymadım. Muhteşem notlar, cevap verirken tereddüt yok, testlerde hiç yanlış cevap yok –
    sanki her konuda hile yapmanın bir yolunu bulmuşlar gibi. Bay Varner bir öğrencinin ondan
    daha zeki olduğunu düşünmektense, hile yapıldığına inanmayı tercih eder… Annelerinin
    onlara özel ders verdiğine bahse girerim… “Aslına bakarsan Edward, Fizik şu anda
    oldukça dolu. Bay Banner bir sınıfta yirmi beşten fazla öğrenci olmasından nefret
    eder–”
    “Ben problem çıkarmam.”
    Tabii ki hayır. Kusursuz bir Cullen çıkarmaz. “Bunu biliyorum Edward; ama şu
    anki haliyle sıralar tam yetiyor…”
    “O zaman dersi bırakabilir miyim? O saati kendim çalışmak için
    kullanabilirim.”
    “Biyolojiyi bırakmak mı?” Ağzı şaşkınlıkla açıldı. Bu delice. Bildiğin bir konuyu
    oturup dinlemek ne kadar zor? Mutlaka Bay Banner’la ilgili bir problem olmalı. Acaba Bob’la
    bu konuda konuşmalı mıyım? “Mezun olmak için yeterli kredin olmaz.”
    “Seneye tamamlarım.”
    “Belki de bunun hakkında ailenle konuşmalısın.”
    Arkamda kapı açıldı; ama gelen her kimse beni düşünmüyordu, o yüzden
    görmezden gelip Bayan Cope’a odaklandım. Biraz daha yakına eğildim ve gözlerimi
    daha büyük tuttum. Bu, eğer siyah yerine altın rengi olsalardı daha iyi işlerdi.
    Siyahlık, olması gerektiği gibi insanları korkuturdu.
    17
    “Lütfen Bayan Cope?” Sesimi olabildiği kadar yumuşak ve zorlayıcı tuttum –
    ve oldukça zorlayıcı olabildi. “Geçebileceğim başka bir bölüm yok mu? Birinde boş
    yer olması gerektiğinden eminim? Altıncı saat Biyoloji tek seçenek olamaz…”
    Dişlerimi çok geniş gösterip onu korkutmamaya dikkat ederek gülümsedim,
    ifadenin yüzümü yumuşatmasına izin verdim.
    Kalbi daha hızlı atmaya başladı. Çok genç, diye hatırlattı kendine. “Peki, belki
    Bob – yani Bay Banner’la konuşabilirim. Bir bakarım–”
    Bir saniye aldı, her şeyin değişmesi: odadaki hava, buradaki görevim, bu kızıl
    saçlı kadına doğru eğilmiş olma sebebim… Daha önce bir amaç için olanlar, şimdi
    başka bir amaç içindi.
    Samantha Wells’in kapıyı açıp, yandaki sepete imzalı bir geç kağıdını koyarak,
    okuldan uzaklaşmak için aceleyle çıkması bir saniye aldı. Açık kapıdan gelen
    rüzgarın bana çarpması bir saniye aldı. Kapıdaki ilk kişinin beni niye düşünceleriyle
    bölmediğini anlamam bir saniye aldı.
    Emin olmak için gerekmemesine rağmen döndüm. Bana karşı isyan eden
    kaslarımı kontrol etmek için savaşarak, yavaşça döndüm.
    Bella Swan sırtı kapının yanındaki duvara yaslı, elinde bir kağıtla orada
    duruyordu. Benim vahşi, merhametsiz bakışımla karşılaştığında gözleri normalden
    daha da büyüdü.
    Kanının kokusu bu küçük, sıcak odadaki havanın her parçasına işlemişti.
    Boğazım alevler içinde yarıldı.
    Canavar, kızın gözlerindeki aynadan yine bana öfkeyle baktı, kötünün
    maskesi.
    Elim tezgahın üzerindeki havada tereddüt etti. Uzatıp Bayan Cope’un
    kafasını, masasına onu öldürmeye yetecek kuvvetle çarpmam için geri bakmam
    gerekmiyordu. İki hayat, yirmi tanesi yerine. Bir takas.
    Canavar heyecanla, açlıkla bunu yapmamı bekledi.
    Ama her zaman bir seçenek vardı - olmak zorundaydı.
    Akciğerlerimin hareketini kestim ve gözlerimin önüne Carlisle’ın yüzünü
    yerleştirdim. Bayan Cope’a döndüm ve yüz ifademin değişimine olan iç şaşkınlığını
    duydum. Benden geri çekildi; ama korkusu tutarlı kelimelere dökülmedi.
    Kendimi inkar ederek öğrendiğim bütün kontrolü kullanarak yüzümü normal
    ve yumuşak hale getirdim. Akciğerlerimde sadece bir kere daha konuşacak hava
    kalmıştı, kelimeler aceleyle döküldü.
    “Boş verin o zaman. İmkansız olduğunu görebiliyorum. Yardımınız için çok
    teşekkür ederim.”
    Döndüm ve kendimi odadan dışarı attım, santimler ötesinden geçerken kızın
    sıcak kanlı vücudunun ısısını hissetmemeye çalıştım.
    Arabama gidene kadar çok hızlı hareket ettim ve durmadım. İnsanların çoğu
    çoktan gitmişti, o yüzden pek tanık yoktu. Birinci sınıflardan biri, D.J. Garrett fark
    etti ve sonra aldırmadı.
    18
    Cullen nereden geldi – havadan belirmiş gibi… İşte, yine hayal gücüm. Annem her
    zaman der ki…
    Volvo’ma girdiğimde, diğerleri zaten oradaydı. Nefes alıp verişimi kontrol
    etmeye çalıştım; ama boğulmuş gibi, temiz havada soluk soluğaydım.
    “Edward?” dedi Alice, sesinde endişeyle.
    Ona sadece kafamı salladım.
    “Sana ne oldu böyle?” diye sordu Emmett, dikkati o anlığına Jasper’ın rövanş
    modunda olmadığı gerçeğinden dağılarak.
    Cevap vermek yerine arabayı çalıştırdım. Bella Swan beni buraya kadar da
    takip etmeden önce bu park yerinden gitmek zorundaydım. Benim kişisel şeytanım,
    yakamı bırakmayan… Arabayı döndürdüm ve hızlandırdım. Yoldayken kırk mile
    çıktım. Köşeyi dönmeden önce yetmişteydim.
    Bakmadan Emmett, Rosalie ve Jasper’ın Alice’e döndüğünü biliyordum. Alice
    omuzlarını silkti. Ne olduğunu göremiyordu, sadece ne geldiğini görebiliyordu.
    Bana doğru baktı. İkimiz de kafasında gördüğü şeyi izledik ve ikimiz de
    şaşırdık.
    “Gidiyorsun?” diye fısıldadı.
    Diğerleri şimdi bana bakıyordu.
    “Öyle mi?” diye tısladım dişlerimin arasından.
    Çözümüm bocalar ve başka bir seçim, geleceğimi daha karanlık bir yola
    yönlendirirken, gördü.
    “Ah.”
    Bella Swan, ölü. Benim gözlerim, taze kanla parlak kırmızı. Takip edecek
    arama. Bizim için güvenli olmasını bekleyip tekrar başlayacağımız zaman…
    “Ah.” dedi tekrar. Görüntü daha da ayrıntılı hale geldi. Şef Swan’ın evinin
    içini ilk defa gördüm, Bella’yı sarı dolaplı küçük mutfakta gördüm, onu gölgelerden
    takip ederken… kokusunun beni ona çekmesine izin verirken… sırtı bana dönüktü…
    “Dur!” dedim, daha fazla katlanamayıp, inleyerek.
    “Özür dilerim.” diye fısıldadı, gözleri büyümüştü.
    Canavar neşelendi.
    Ve sonra kafasındaki görüntü tekrar değişti. Gece, boş bir yol, yanındaki
    ağaçlar karla kaplı, saatte neredeyse iki yüz mille geçerken.
    “Seni özleyeceğim.” dedi. “Ne kadar kısa zaman için gidiyor olursan ol.”
    Emmett ve Rosalie birbirlerine endişeyle baktılar.
    Eve giden yola girmek üzereydik.
    “Bizi burada bırak.” dedi Alice. “Carlisle’a kendin söylemelisin.”
    Başımı salladım ve araba aniden durdu.
    Emmett, Rosalie ve Jasper sessizce çıktılar; ben gittiğimde Alice’e durumu
    açıklatacaklardı. Alice omzuma dokundu.
    “Doğru olanı yapacaksın.” diye mırıldandı. Bu sefer bir görüş değildi – bir
    emirdi. “O Charlie Swan’ın tek ailesi. Bu onu da öldürür.”
    “Evet.” dedim sadece son kısmına katılarak.
    19
    Kaşları endişeyle birleşerek diğerlerine katılmak için dışarı çıktı. Ben arabayı
    döndürene kadar, ağaçların içinde görüşümden kaybolmuşlardı.
    Kasabaya doğru hızlandım ve Alice’in kafasındaki görüşlerin, bir karanlık bir
    parlak olarak değiştiğini biliyordum. Forks’a doğru doksanla hızlanırken, nereye
    gittiğimden emin değildim. Babama veda etmeye mi? Yoksa içimdeki canavarı
    kucaklamaya mı? Yol, tekerleklerimin altında hızla kaydı.
    pusejik
    pusejik
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 323
    Rep Puanı : 1
    Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 03/07/09
    Doğum tarihi Doğum tarihi : 28/01/97
    Yaş : 27
    Nerden : Edwardın Kalbinden
    İş/Hobiler : Pc ye girmek

    Midnight Sun [İlk 12 BöLüm] Empty Geri: Midnight Sun [İlk 12 BöLüm]

    Mesaj tarafından pusejik Ptsi Tem. 06, 2009 12:05 pm

    2. Açık Kitap


    Sırtımı kar yığınının arkasına yasladım ve kuru pudra ağırlığımın etrafında yeniden
    şekillendi. Tenim etrafımdaki havayla uyum sağlamak için soğumuştu, altımdaki
    küçük buz parçalarını kadife gibi hissediyordum.
    Üstümdeki gökyüzü duruydu, bazı yerlerde mavi, bazı yerlerde sarı olarak
    ışıyan yıldızlarla parlaktı. Siyah evrende şahane, dönen şekiller yaratmışlardı –
    mükemmel bir görüntü. Harika güzellikle. Ya da, harika güzellikte olurdu. Olurdu,
    eğer gerçekten görebiliyor olsaydım.
    Hiç iyiye gitmiyordu. Altı gün geçmişti, altı gün bu boş Denali sahrasında
    saklanmıştım; ama özgürlüğe, onun kokusunu yakaladığım anda olduğumdan daha
    yakın değildim.
    Mücevherlerle dolu gökyüzüne baktığım zaman, sanki güzellikleriyle
    gözlerim arasında bir engel var gibiydi. Bu engel bir yüzdü, sadece sıradan bir insan
    yüzü; fakat onu aklımdan çıkaramıyordum.
    Yaklaşan düşünceleri, onlara eşlik eden ayak seslerinden önce duydum.
    Hareketin sesi pudranın üzerinde sadece hafif bir fısıltıydı.
    Tanya’nın beni buraya kadar takip etmesine şaşırmamıştım. Son birkaç
    gündür, şimdi yaklaşan bu konuşma üzerine düşündüğünü ve ne söyleyeceğinden
    tam olarak emin olana kadar ertelediğini biliyordum.
    Yaklaşık altmış yarda ötede, siyah bir kayanın üzerine sıçrayıp, çıplak
    ayaklarıyla dengesini sağlarken görüş alanıma girdi.
    Tanya’nın teni yıldızların ışığı altında gümüştü ve uzun sarı bukleleri soluk
    bir şekilde parıldıyordu, çilek rengi tonuyla neredeyse pembeydi. Kehribar gözleri, o,
    kara yarı gömülü halde beni izlerken parıldadı ve dolgun dudakları bir
    gülümsemeyle uzadı.
    Harika. Eğer gerçekten görebiliyor olsaydım. İç çektim.
    Kayanın tepesinde, parmak uçları taşa dokunarak çömeldi, vücudu gerildi.
    Top güllesi, diye düşündü.
    Kendini havaya fırlattı; şekli yıldızlarla benim arama girdiği sırada karanlık,
    dönen bir gölgeye dönüştü. Tam yanımdaki kar yığınına yaklaştığı zaman top
    halinde kıvrıldı.
    Etrafımda bir tipi uçtu. Tüye benzeyen buz kristalleri altına gömüldüğümde
    yıldızlar karardı.
    Tekrar iç çektim; ama kendimi yukarı çıkarmak için hiçbir harekette
    bulunmadım. Karın altındaki siyahlık ne acıtıyor, ne de görüşümü geliştiriyordu.
    Hala aynı yüzü görüyordum.
    “Edward?”
    Tanya beni hızlıca çıkartırken kar yine uçuyordu. Gözlerimle pek
    buluşmadan, hareketsiz yüzümden kar tanelerini silkeledi.
    21
    “Özür dilerim.” dedi mırıldanarak. “Şakaydı.”
    “Biliyorum. Komikti.”
    Ağzı aşağı doğru kıvrıldı.
    “İrina ve Kate seni yalnız bırakmam gerektiğini söylediler. Seni rahatsız
    ettiğimi düşünüyorlar.”
    “Hayır, hiç etmiyorsun.” diye güvence verdim. “Aksine, kaba olan benim –
    fena halde kaba. Çok özür dilerim.”
    Eve gidiyorsun değil mi? diye düşündü.
    “Henüz buna… tam olarak… karar vermedim.”
    Ama burada kalmıyorsun. Düşünceleri şimdi dalgındı, hüzünlü.
    “Hayır… yardımcı oluyor gibi görünmüyor.”
    Yüzünü buruşturdu. “Bu benim suçum değil mi?”
    “Tabii ki hayır.” dedim yumuşakça yalan söyleyerek.
    Centilmenlik yapma.
    Gülümsedim.
    Rahatsız olmana neden oluyorum, diye suçladı.
    “Hayır.”
    Kaşını kaldırdı, ifadesi o kadar kuşkuluydu ki, gülmek zorunda kaldım. Başka
    bir iç çekişin takip ettiği kısa bir kahkaha.
    “Pekala.” diye itiraf ettim. “Biraz.”
    O da iç çekti ve çenesini ellerine aldı. Düşünceleri üzüntülüydü.
    “Yıldızlardan binlerce kez daha güzelsin Tanya. Tabii, zaten bunun
    farkındasın. İnadımın kendine olan güvenini yok etmesine izin verme.”
    “Reddedilmeye alışık değilim.” diye homurdandı, dudağını alımlı bir şekilde
    büktü.
    “Kesinlikle.” dedim, binlerce başarılı fethi hızla kafasından geçerken
    düşüncelerini engellemeye çalışarak. Tanya insan erkeklerini tercih ederdi –
    yumuşak ve sıcak olma avantajı ile beraber, daha çoklardı ve kesinlikle daha
    isteklilerdi.
    “Succubus*.” dedim alayla, kafasında belirmeye devam eden görüntüleri
    bölme umuduyla.
    Dişlerini göstererek sırıttı. “Orijinal.”
    Carlisle’ın aksine, Tanya ve kardeşleri bilinçlerini yavaş yavaş keşfetmişlerdi.
    Sonunda, onları kan dökmeye karşı getiren etken insan erkeklerine olan
    düşkünlükleri olmuştu.
    “Buraya geldiğinde,” dedi yavaşça. “Ben sandım ki…”
    Ne düşündüğünü biliyordum ve böyle hissedeceğini tahmin etmem gerekirdi;
    ama geldiğimde çözümsel düşünmek için en iyi halimde değildim.
    “Fikrimi değiştirdiğimi düşündün.”
    “Evet.” Kaşlarını çattı.
    * Succubus: Geceleyin kadın şeklinde erkeklerin rüyasına girip onlarla cinsel münasebette bulunan dişi şeytan.
    pusejik
    pusejik
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 323
    Rep Puanı : 1
    Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 03/07/09
    Doğum tarihi Doğum tarihi : 28/01/97
    Yaş : 27
    Nerden : Edwardın Kalbinden
    İş/Hobiler : Pc ye girmek

    Midnight Sun [İlk 12 BöLüm] Empty Geri: Midnight Sun [İlk 12 BöLüm]

    Mesaj tarafından pusejik Ptsi Tem. 06, 2009 12:05 pm

    22
    “Beklentilerinle oynadığım için kendimi çok kötü hissediyorum Tanya. Böyle
    yapmak istememiştim – düşünmüyordum. Sadece… çok aceleyle ayrılmıştım.”
    “Sanırım sebebini söylemezsin…?”
    Doğruldum ve kollarımı bacaklarıma dolayıp savunma amaçlı kıvrıldım.
    “Bunun hakkında konuşmak istemiyorum.”
    Tanya, Irina ve Kate kalkıştıkları bu hayatta çok iyilerdi. Çeşitli konularda
    Carlisle’dan bile. Avları olması gerekenlerle – bir zamanlar olanlarla – kendilerine
    izin verdikleri delice yakınlığa rağmen; hata yapmıyorlardı. Zayıflığımı Tanya’ya
    itiraf etmeye çok utanıyordum.
    “Kadın problemi mi?” diye tahmin yürüttü isteksizliğimi görmezden gelerek.
    Soğukça güldüm. “Kastettiğin şekilde değil.”
    Sonra sessizleşti. Kelimelerimin anlamını çözmek için değişik tahminler
    yürütürken düşüncelerini dinledim.
    “Yaklaşamadın bile.” dedim.
    “Bir ipucu?” diye sordu.
    “Lütfen bırak Tanya.”
    Yine sessizleşti, hala tahmin etmeye çalışıyordu. Onu duymazdan gelip boş
    yere yıldızların güzelliğini görmeye çalıştım.
    Bir süre sonra vazgeçti ve düşünceleri başka bir yöne gitti.
    Nereye gideceksin Edward, eğer buradan ayrılırsan? Carlisle’a mı döneceksin?
    “Sanmıyorum.” diye fısıldadım.
    Nereye gidecektim? Dünyada ilgimi çeken hiçbir yer yoktu. Görmek ya da
    yapmak istediğim hiçbir şey yoktu, çünkü nereye gidersem gideyim, bir yere doğru
    gidiyor olmayacaktım – bir yerden uzağa kaçıyor olacaktım.
    Bundan nefret ediyordum. Ne zaman böyle bir ödleğe dönüşmüştüm?
    Tanya ince kolunu omzuma attı. Dikeldim; ama dokunuştan çekilmedim.
    Arkadaşça bir rahatlatmadan başka bir şey kastetmemişti. Çoğunlukla.
    “Bence geri döneceksin.” dedi, sesinde uzun zaman önce kaybolmuş Rus
    aksanından ufak bir iz belirerek. “Peşini bırakmayan her ne… ya da her kim olursa
    olsun, onunla yüzleşeceksin. Sen böyle birisin.”
    Düşünceleri sözleri kadar emindi. Aklındaki görüntüyü benimsemeye
    çalıştım. Sorunlarla yüzleşen kişiyi. Kendimi tekrar böyle düşünmek hoştu. Hiçbir
    zaman cesaretim ve zorluklarla başa çıkma becerimden şüphe duymamıştım, bir
    lisenin biyoloji dersinde geçirdiğim o korkunç saate kadar.
    Yanağından öptüm. Yüzünü bana döndürdüğünde çabucak geri çekildim,
    dudakları çoktan büzülmüştü. Hızıma acıklı bir ifadeyle gülümsedi.
    “Teşekkürler Tanya, bunu duymaya ihtiyacım vardı.”
    Düşünceleri huysuzlaştı. “Bir şey değil, sanırım. Keşke daha mantıklı olabilsen
    Edward.”
    “Üzgünüm Tanya. Benim için fazla iyi olduğunu biliyorsun. Ben sadece…
    daha aradığımı bulamadım.”
    “Pekala, eğer seni tekrar görmeden önce gidersen… hoşçakal Edward.”
    23
    “Hoşçakal Tanya.” Kelimeler dudaklarımdan dökülürken, görebiliyordum.
    Kendimi giderken görebiliyordum, olmak istediğim tek yere giderken… “Tekrar
    teşekkürler.”
    Tek bir çevik harekette ayaktaydı ve o kadar hızlı koşuyordu ki, ayağının kara
    batacak vakti olmuyordu; arkasında hiç iz bırakmıyordu. Geriye bakmadı. Reddim
    onu daha önce izin verdiğinden çok rahatsız etmişti, düşüncelerinde bile. Gitmeden
    önce beni bir daha görmek istemiyordu.
    Üzüntüyle suratım asıldı. Hisleri derin ve saf olmamasına ve hiçbir şekilde
    karşılık veremeyeceğim duygular olmasına rağmen, Tanya’yı incitmekten hiç
    hoşlanmıyordum. Yine de bir centilmenden aşağı hissetmeme neden oluyordu.
    Çenemi dizlerime koydum ve aniden yola çıkmak için heyecanlı olduğum
    halde yıldızları tekrar izledim. Alice’in eve döneceğimi görüp diğerlerine
    söyleyeceğini biliyordum. Mutlu olacaklardı – özellikle Carlisle ve Esme. Kafamdaki
    yüzden ötesini görmeye çalışarak bir süre daha yıldızlara baktım. Gökyüzündeki
    parlak ışıklarla aramda, bir çift sersemlemiş çikolata renkli göz bu kararın onun için
    ne anlama geldiğini soruyormuşçasına bana baktı. Tabii, bunun gerçekten o meraklı
    gözlerin aradığı bilgi olup olmadığından emin olamadım. Hayalimde bile,
    düşüncelerini okuyamıyordum. Bella Swan’ın gözleri sorgulamaya ve yıldızların
    engelsiz görüntüsü benden kaçmaya devam etti. Kuvvetle iç çekerek pes ettim ve
    ayağa kalktım. Eğer koşarsam Carlisle’ın arabasına yarım saatten kısa sürede
    varabilirdim.
    Ailemi görmek için acele ederek – ve zorluklarla yüzleşen Edward olmayı çok
    isteyerek – yıldızlarla aydınlanmış karların üzerinde koştum, ayak izi bırakmadan.
    “Bir sorun olmayacak.” diye fısıldadı Alice. Gözleri odağını kaybetmişti ve
    Jasper, biz birbirimize yakın bir grup halinde yürürken eli Alice’in dirseğinin altında,
    yürümesinde yardımcı oluyordu. Rosalie ve Emmett önde gidiyorlardı. Emmett
    gülünç bir şekilde düşman bölgesindeki bir korumaya benziyordu. Rosalie de
    ihtiyatlı görünüyordu; ama korumacıdan çok sinirliydi.
    “Tabii ki olmayacak.” dedim homurdanarak. Davranışları gülünçtü. Eğer
    altından kalkamayacağımı düşünseydim evde kalırdım.
    Normal, eğlenceli sabahımızın – gece kar yağmıştı ve Emmett ile Jasper dikkat
    dağınıklığımı fırsat bilerek beni kar topu bombardımanına tutmuşlardı;
    tepkisizliğimden sıkıldıklarında ise birbirlerine dönmüşlerdi – bu aşırı dikkatlilik
    durumuna olan ani değişimi, eğer bu kadar sinir bozucu olmasaydı komik olurdu.
    “Henüz burada değil; ama geleceği yol… rüzgar yönünde olmayacak, eğer her
    zamanki yerimize oturursak.”
    “Tabii ki her zamanki yerimizde oturacağız. Kes şunu Alice. Sinirlerimi
    bozuyorsun. Tamamen iyi olacağım.”
    24
    Jasper oturmasına yardım ederken gözleri bi kere kapanıp açıldı ve sonunda
    benim yüzüme odaklandı.
    “Hmm.” dedi şaşırmış bir sesle. “Sanırım haklısın.”
    “Tabii ki öyleyim.” diye söylendim.
    Endişelerinin odağı olmaktan nefret etmiştim. Korumacı halde Jasper’ı
    çevrelediğimiz zamanları hatırladığımda, ona ani bir sempati hissettim. Kısa bir an
    bakışımı yakaladı ve sırıttı.
    Sinir bozucu değil mi?
    Ona yüzümü buruşturdum.
    Bu uzun, donuk renkli odanın bana çok ağır gelişi sadece bir hafta önce
    miydi? Burada olmanın neredeyse uykuya, koma haline benzeyişi?
    Bugün sinirlerim uzamıştı – en ufak baskıda ses çıkarmak üzere gerilmiş
    piyano telleri gibi. Duyularım tetikteydi, her sesi, her görüşü, havanın tenime
    dokunan her hareketini, her düşünceyi tarıyordum. Özellikle düşünceleri.
    Kullanmayı reddedip kilitlediğim tek bir duyu vardı. Koku tabii ki. Nefes
    almıyordum.
    Düşünceleri incelerken Cullen’larla ilgili daha çok şey duymayı bekliyordum.
    Bütün gün, Bella Swan’ın verdiği herhangi bir bilgi aramış, yeni dedikodunun
    yönünü görmeye çalışmıştım; ama hiçbir şey yoktu. Kimse kafeteryadaki beş
    vampirin farkında değildi, tıpkı yeni kız gelmeden önceki gibi. Bazı insanların
    aklında da hala o kız ve geçen haftaki düşüncelerinin aynısı vardı. Bunu
    anlatılamayacak derecede sıkıcı bulmak yerine, şimdi büyülenmiştim.
    Kimseye benim hakkımda bir şey söylememiş miydi?
    Benim kara, öfkeli ve ölüm saçan başımı fark etmemesinin imkanı yoktu. Buna
    verdiği tepkiyi görmüştüm. Şüphesiz, onu çok korkutmuştum. Birine
    anlatacağından, belki de daha iyi bir hikaye haline getirmek için biraz
    abartacağından ve bana tehditkar birkaç replik ekleyeceğinden emindim.
    Ve sonra beni, birlikte girdiğimiz biyoloji dersini bırakmaya çalışırken
    duymuştu. Yüz ifademi gördükten sonra sebebin kendisi olup olmadığını mutlaka
    merak etmiş olmalıydı. Normal bir kız etrafındakilere sorar, deneyimini diğerleriyle
    karşılaştırır, dışlanmış hissetmemek için davranışımı açıklayacak bir ortak nokta
    arardı. İnsanlar normal hissetmek ve etrafındaki herkese uyum sağlamak için her
    şeyi yapardı, bir sürü özelliksiz koyun gibi. Bu ihtiyaç, emniyetsiz gençlik yıllarında
    özellikle güçlüydü. Kız bu kuralın bir istisnası olmazdı.
    Ama burada, normal masamızda otururken, kimse bizi fark etmemişti.
    Kimseye anlatmadıysa, Bella son derece utangaç olmalıydı. Belki babasıyla
    konuşmuştu, belki en güçlü ilişkisi onunlaydı… ama bu, onunla ne kadar az zaman
    geçirdiği düşünülünce pek mümkün görünmüyordu. Annesine daha yakın
    olmalıydı. Yine de kısa zaman içinde Şef Swan’a uğrayıp düşüncelerini
    dinlemeliydim.
    “Yeni bir şey var mı?” diye sordu Jasper.
    “Yok… Hiçbir şey söylememiş olmalı.”
    25
    Bu haber üzerine hepsi kaşlarını kaldırdı.
    “Belki de düşündüğün kadar korkunç değilsin.” dedi Emmett kıkır kıkır
    gülerek. “Bahse girerim ki ben onu bundan daha iyi korkuturdum.”
    Ona doğru gözlerimi devirdim.
    “Acaba neden…?” Kızın eşsiz sessizliğiyle ilgili hala şaşkındı.
    “Bunu geçtik. Bilmiyorum.”
    “İçeri giriyor.” diye mırıldandı Alice. Vücudumun katılaştığını hissettim.
    “İnsan görünmeye çalışın.”
    “İnsan, öyle mi?” diye sordu Emmett.
    Sağ yumruğunu kaldırıp avucunda sakladığı kar topunun etrafında
    parmaklarını büktü. Tabii ki, orada erimemişti. Sıkıp bir buz kütlesi haline getirdi.
    Gözleri Jasper’daydı; ama düşüncelerinin yönünü gördüm. Tabii, Alice de gördü.
    Emmett’in ona aniden fırlattığı buz topağını, parmaklarının sıradan bir hareketiyle
    engelledi. Buz, kafeterya boyunca insan gözlerinin takip edemeyeceği bir hızla
    duvara çarpıp, tuğlaları çatlattı.
    Odanın o köşesindeki başlar önce yerdeki kırık buz kütlelerine döndü ve
    sonra suçluyu bulmak için arandı. Birkaç masadan uzağa bakmadılar. Kimse bize
    bakmadı.
    “Çok insanca Emmett.” dedi Rosalie iğneleyici bir sesle. “Elin değmişken niye
    duvara yumruk atmıyorsun?”
    “Onu sen yaparsan daha etkileyici olur bebeğim.”
    Onlara dikkatimi vermeye çalıştım, sanki şakalarının bir parçasıymışım gibi
    yüzüme bir sırıtma yerleştirdim. Onun beklediğini bildiğim sıraya bakmak için
    kendime izin veremedim; ama dinliyordum.
    Jessica’nın, ilerleyen sırada hareketsiz duran ve dikkati dağılmış görünen yeni
    kızla ilgili sabırsızlığını duyabiliyordum. Düşüncelerinde, Bella Swan’ın yanaklarının
    bir kere daha kanla kırmızı olduğun gördüm.
    Kısa, derin olmayan nefesler aldım, kokusunun en ufak bir izi bile yanımdaki
    havaya değerse nefes almayı bırakmaya hazırdım.
    Mike Newton iki kızla beraberdi. Jessica’ya Swan kızının ne problemi
    olduğunu sorduğunda, hem iç hem de dış sesini duyabiliyordum. Düşüncelerinin
    onun etrafında sarılış şeklinden ve kız, onun orada olduğunu unutmuş şekilde
    girdiği dalgınlıktan çıkarken, çoktan kurulmuş zihnini bulutlandıran fantezilerin
    belirişinden hoşlanmamıştım.
    “Hiçbir şey.” dedi Bella o alçak, duru sesiyle. Kafeteryadaki gürültünün içinde
    bir zil gibi çınlamıştı; ama bunun çok dikkatli dinlediğim için olduğunu biliyordum.
    “Bugün sadece soda alacağım.” diye devam etti, sıraya yetişmek için hareket
    ettiğinde.
    Kendimi ona bir bakış atmaktan alıkoyamadım. Yere bakıyordu, kan
    yüzünden yavaşça çekiliyordu. Çabucak gözlerimi kaçırıp, şimdi acılı gözüken
    gülümsememe gülen Emmett’a döndüm.
    Hasta görünüyorsun kardeşim.
    26
    İfademin normal ve doğal görünmesi için yüz hatlarımı tekrar ayarladım.
    Jessica kısın iştahsızlığının sebebini merak ediyordu. “Aç değil misin?”
    “Aslında, biraz hasta hissediyorum.” Sesi çok alçaktı; ama hala duruydu.
    Mike Newton’ın düşüncelerinden yayılan k
    pusejik
    pusejik
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 323
    Rep Puanı : 1
    Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 03/07/09
    Doğum tarihi Doğum tarihi : 28/01/97
    Yaş : 27
    Nerden : Edwardın Kalbinden
    İş/Hobiler : Pc ye girmek

    Midnight Sun [İlk 12 BöLüm] Empty Geri: Midnight Sun [İlk 12 BöLüm]

    Mesaj tarafından pusejik Ptsi Tem. 06, 2009 12:06 pm

    22
    “Beklentilerinle oynadığım için kendimi çok kötü hissediyorum Tanya. Böyle
    yapmak istememiştim – düşünmüyordum. Sadece… çok aceleyle ayrılmıştım.”
    “Sanırım sebebini söylemezsin…?”
    Doğruldum ve kollarımı bacaklarıma dolayıp savunma amaçlı kıvrıldım.
    “Bunun hakkında konuşmak istemiyorum.”
    Tanya, Irina ve Kate kalkıştıkları bu hayatta çok iyilerdi. Çeşitli konularda
    Carlisle’dan bile. Avları olması gerekenlerle – bir zamanlar olanlarla – kendilerine
    izin verdikleri delice yakınlığa rağmen; hata yapmıyorlardı. Zayıflığımı Tanya’ya
    itiraf etmeye çok utanıyordum.
    “Kadın problemi mi?” diye tahmin yürüttü isteksizliğimi görmezden gelerek.
    Soğukça güldüm. “Kastettiğin şekilde değil.”
    Sonra sessizleşti. Kelimelerimin anlamını çözmek için değişik tahminler
    yürütürken düşüncelerini dinledim.
    “Yaklaşamadın bile.” dedim.
    “Bir ipucu?” diye sordu.
    “Lütfen bırak Tanya.”
    Yine sessizleşti, hala tahmin etmeye çalışıyordu. Onu duymazdan gelip boş
    yere yıldızların güzelliğini görmeye çalıştım.
    Bir süre sonra vazgeçti ve düşünceleri başka bir yöne gitti.
    Nereye gideceksin Edward, eğer buradan ayrılırsan? Carlisle’a mı döneceksin?
    “Sanmıyorum.” diye fısıldadım.
    Nereye gidecektim? Dünyada ilgimi çeken hiçbir yer yoktu. Görmek ya da
    yapmak istediğim hiçbir şey yoktu, çünkü nereye gidersem gideyim, bir yere doğru
    gidiyor olmayacaktım – bir yerden uzağa kaçıyor olacaktım.
    Bundan nefret ediyordum. Ne zaman böyle bir ödleğe dönüşmüştüm?
    Tanya ince kolunu omzuma attı. Dikeldim; ama dokunuştan çekilmedim.
    Arkadaşça bir rahatlatmadan başka bir şey kastetmemişti. Çoğunlukla.
    “Bence geri döneceksin.” dedi, sesinde uzun zaman önce kaybolmuş Rus
    aksanından ufak bir iz belirerek. “Peşini bırakmayan her ne… ya da her kim olursa
    olsun, onunla yüzleşeceksin. Sen böyle birisin.”
    Düşünceleri sözleri kadar emindi. Aklındaki görüntüyü benimsemeye
    çalıştım. Sorunlarla yüzleşen kişiyi. Kendimi tekrar böyle düşünmek hoştu. Hiçbir
    zaman cesaretim ve zorluklarla başa çıkma becerimden şüphe duymamıştım, bir
    lisenin biyoloji dersinde geçirdiğim o korkunç saate kadar.
    Yanağından öptüm. Yüzünü bana döndürdüğünde çabucak geri çekildim,
    dudakları çoktan büzülmüştü. Hızıma acıklı bir ifadeyle gülümsedi.
    “Teşekkürler Tanya, bunu duymaya ihtiyacım vardı.”
    Düşünceleri huysuzlaştı. “Bir şey değil, sanırım. Keşke daha mantıklı olabilsen
    Edward.”
    “Üzgünüm Tanya. Benim için fazla iyi olduğunu biliyorsun. Ben sadece…
    daha aradığımı bulamadım.”
    “Pekala, eğer seni tekrar görmeden önce gidersen… hoşçakal Edward.”
    23
    “Hoşçakal Tanya.” Kelimeler dudaklarımdan dökülürken, görebiliyordum.
    Kendimi giderken görebiliyordum, olmak istediğim tek yere giderken… “Tekrar
    teşekkürler.”
    Tek bir çevik harekette ayaktaydı ve o kadar hızlı koşuyordu ki, ayağının kara
    batacak vakti olmuyordu; arkasında hiç iz bırakmıyordu. Geriye bakmadı. Reddim
    onu daha önce izin verdiğinden çok rahatsız etmişti, düşüncelerinde bile. Gitmeden
    önce beni bir daha görmek istemiyordu.
    Üzüntüyle suratım asıldı. Hisleri derin ve saf olmamasına ve hiçbir şekilde
    karşılık veremeyeceğim duygular olmasına rağmen, Tanya’yı incitmekten hiç
    hoşlanmıyordum. Yine de bir centilmenden aşağı hissetmeme neden oluyordu.
    Çenemi dizlerime koydum ve aniden yola çıkmak için heyecanlı olduğum
    halde yıldızları tekrar izledim. Alice’in eve döneceğimi görüp diğerlerine
    söyleyeceğini biliyordum. Mutlu olacaklardı – özellikle Carlisle ve Esme. Kafamdaki
    yüzden ötesini görmeye çalışarak bir süre daha yıldızlara baktım. Gökyüzündeki
    parlak ışıklarla aramda, bir çift sersemlemiş çikolata renkli göz bu kararın onun için
    ne anlama geldiğini soruyormuşçasına bana baktı. Tabii, bunun gerçekten o meraklı
    gözlerin aradığı bilgi olup olmadığından emin olamadım. Hayalimde bile,
    düşüncelerini okuyamıyordum. Bella Swan’ın gözleri sorgulamaya ve yıldızların
    engelsiz görüntüsü benden kaçmaya devam etti. Kuvvetle iç çekerek pes ettim ve
    ayağa kalktım. Eğer koşarsam Carlisle’ın arabasına yarım saatten kısa sürede
    varabilirdim.
    Ailemi görmek için acele ederek – ve zorluklarla yüzleşen Edward olmayı çok
    isteyerek – yıldızlarla aydınlanmış karların üzerinde koştum, ayak izi bırakmadan.
    “Bir sorun olmayacak.” diye fısıldadı Alice. Gözleri odağını kaybetmişti ve
    Jasper, biz birbirimize yakın bir grup halinde yürürken eli Alice’in dirseğinin altında,
    yürümesinde yardımcı oluyordu. Rosalie ve Emmett önde gidiyorlardı. Emmett
    gülünç bir şekilde düşman bölgesindeki bir korumaya benziyordu. Rosalie de
    ihtiyatlı görünüyordu; ama korumacıdan çok sinirliydi.
    “Tabii ki olmayacak.” dedim homurdanarak. Davranışları gülünçtü. Eğer
    altından kalkamayacağımı düşünseydim evde kalırdım.
    Normal, eğlenceli sabahımızın – gece kar yağmıştı ve Emmett ile Jasper dikkat
    dağınıklığımı fırsat bilerek beni kar topu bombardımanına tutmuşlardı;
    tepkisizliğimden sıkıldıklarında ise birbirlerine dönmüşlerdi – bu aşırı dikkatlilik
    durumuna olan ani değişimi, eğer bu kadar sinir bozucu olmasaydı komik olurdu.
    “Henüz burada değil; ama geleceği yol… rüzgar yönünde olmayacak, eğer her
    zamanki yerimize oturursak.”
    “Tabii ki her zamanki yerimizde oturacağız. Kes şunu Alice. Sinirlerimi
    bozuyorsun. Tamamen iyi olacağım.”
    24
    Jasper oturmasına yardım ederken gözleri bi kere kapanıp açıldı ve sonunda
    benim yüzüme odaklandı.
    “Hmm.” dedi şaşırmış bir sesle. “Sanırım haklısın.”
    “Tabii ki öyleyim.” diye söylendim.
    Endişelerinin odağı olmaktan nefret etmiştim. Korumacı halde Jasper’ı
    çevrelediğimiz zamanları hatırladığımda, ona ani bir sempati hissettim. Kısa bir an
    bakışımı yakaladı ve sırıttı.
    Sinir bozucu değil mi?
    Ona yüzümü buruşturdum.
    Bu uzun, donuk renkli odanın bana çok ağır gelişi sadece bir hafta önce
    miydi? Burada olmanın neredeyse uykuya, koma haline benzeyişi?
    Bugün sinirlerim uzamıştı – en ufak baskıda ses çıkarmak üzere gerilmiş
    piyano telleri gibi. Duyularım tetikteydi, her sesi, her görüşü, havanın tenime
    dokunan her hareketini, her düşünceyi tarıyordum. Özellikle düşünceleri.
    Kullanmayı reddedip kilitlediğim tek bir duyu vardı. Koku tabii ki. Nefes
    almıyordum.
    Düşünceleri incelerken Cullen’larla ilgili daha çok şey duymayı bekliyordum.
    Bütün gün, Bella Swan’ın verdiği herhangi bir bilgi aramış, yeni dedikodunun
    yönünü görmeye çalışmıştım; ama hiçbir şey yoktu. Kimse kafeteryadaki beş
    vampirin farkında değildi, tıpkı yeni kız gelmeden önceki gibi. Bazı insanların
    aklında da hala o kız ve geçen haftaki düşüncelerinin aynısı vardı. Bunu
    anlatılamayacak derecede sıkıcı bulmak yerine, şimdi büyülenmiştim.
    Kimseye benim hakkımda bir şey söylememiş miydi?
    Benim kara, öfkeli ve ölüm saçan başımı fark etmemesinin imkanı yoktu. Buna
    verdiği tepkiyi görmüştüm. Şüphesiz, onu çok korkutmuştum. Birine
    anlatacağından, belki de daha iyi bir hikaye haline getirmek için biraz
    abartacağından ve bana tehditkar birkaç replik ekleyeceğinden emindim.
    Ve sonra beni, birlikte girdiğimiz biyoloji dersini bırakmaya çalışırken
    duymuştu. Yüz ifademi gördükten sonra sebebin kendisi olup olmadığını mutlaka
    merak etmiş olmalıydı. Normal bir kız etrafındakilere sorar, deneyimini diğerleriyle
    karşılaştırır, dışlanmış hissetmemek için davranışımı açıklayacak bir ortak nokta
    arardı. İnsanlar normal hissetmek ve etrafındaki herkese uyum sağlamak için her
    şeyi yapardı, bir sürü özelliksiz koyun gibi. Bu ihtiyaç, emniyetsiz gençlik yıllarında
    özellikle güçlüydü. Kız bu kuralın bir istisnası olmazdı.
    Ama burada, normal masamızda otururken, kimse bizi fark etmemişti.
    Kimseye anlatmadıysa, Bella son derece utangaç olmalıydı. Belki babasıyla
    konuşmuştu, belki en güçlü ilişkisi onunlaydı… ama bu, onunla ne kadar az zaman
    geçirdiği düşünülünce pek mümkün görünmüyordu. Annesine daha yakın
    olmalıydı. Yine de kısa zaman içinde Şef Swan’a uğrayıp düşüncelerini
    dinlemeliydim.
    “Yeni bir şey var mı?” diye sordu Jasper.
    “Yok… Hiçbir şey söylememiş olmalı.”
    25
    Bu haber üzerine hepsi kaşlarını kaldırdı.
    “Belki de düşündüğün kadar korkunç değilsin.” dedi Emmett kıkır kıkır
    gülerek. “Bahse girerim ki ben onu bundan daha iyi korkuturdum.”
    Ona doğru gözlerimi devirdim.
    “Acaba neden…?” Kızın eşsiz sessizliğiyle ilgili hala şaşkındı.
    “Bunu geçtik. Bilmiyorum.”
    “İçeri giriyor.” diye mırıldandı Alice. Vücudumun katılaştığını hissettim.
    “İnsan görünmeye çalışın.”
    “İnsan, öyle mi?” diye sordu Emmett.
    Sağ yumruğunu kaldırıp avucunda sakladığı kar topunun etrafında
    parmaklarını büktü. Tabii ki, orada erimemişti. Sıkıp bir buz kütlesi haline getirdi.
    Gözleri Jasper’daydı; ama düşüncelerinin yönünü gördüm. Tabii, Alice de gördü.
    Emmett’in ona aniden fırlattığı buz topağını, parmaklarının sıradan bir hareketiyle
    engelledi. Buz, kafeterya boyunca insan gözlerinin takip edemeyeceği bir hızla
    duvara çarpıp, tuğlaları çatlattı.
    Odanın o köşesindeki başlar önce yerdeki kırık buz kütlelerine döndü ve
    sonra suçluyu bulmak için arandı. Birkaç masadan uzağa bakmadılar. Kimse bize
    bakmadı.
    “Çok insanca Emmett.” dedi Rosalie iğneleyici bir sesle. “Elin değmişken niye
    duvara yumruk atmıyorsun?”
    “Onu sen yaparsan daha etkileyici olur bebeğim.”
    Onlara dikkatimi vermeye çalıştım, sanki şakalarının bir parçasıymışım gibi
    yüzüme bir sırıtma yerleştirdim. Onun beklediğini bildiğim sıraya bakmak için
    kendime izin veremedim; ama dinliyordum.
    Jessica’nın, ilerleyen sırada hareketsiz duran ve dikkati dağılmış görünen yeni
    kızla ilgili sabırsızlığını duyabiliyordum. Düşüncelerinde, Bella Swan’ın yanaklarının
    bir kere daha kanla kırmızı olduğun gördüm.
    Kısa, derin olmayan nefesler aldım, kokusunun en ufak bir izi bile yanımdaki
    havaya değerse nefes almayı bırakmaya hazırdım.
    Mike Newton iki kızla beraberdi. Jessica’ya Swan kızının ne problemi
    olduğunu sorduğunda, hem iç hem de dış sesini duyabiliyordum. Düşüncelerinin
    onun etrafında sarılış şeklinden ve kız, onun orada olduğunu unutmuş şekilde
    girdiği dalgınlıktan çıkarken, çoktan kurulmuş zihnini bulutlandıran fantezilerin
    belirişinden hoşlanmamıştım.
    “Hiçbir şey.” dedi Bella o alçak, duru sesiyle. Kafeteryadaki gürültünün içinde
    bir zil gibi çınlamıştı; ama bunun çok dikkatli dinlediğim için olduğunu biliyordum.
    “Bugün sadece soda alacağım.” diye devam etti, sıraya yetişmek için hareket
    ettiğinde.
    Kendimi ona bir bakış atmaktan alıkoyamadım. Yere bakıyordu, kan
    yüzünden yavaşça çekiliyordu. Çabucak gözlerimi kaçırıp, şimdi acılı gözüken
    gülümsememe gülen Emmett’a döndüm.
    Hasta görünüyorsun kardeşim.
    26
    İfademin normal ve doğal görünmesi için yüz hatlarımı tekrar ayarladım.
    Jessica kısın iştahsızlığının sebebini merak ediyordu. “Aç değil misin?”
    “Aslında, biraz hasta hissediyorum.” Sesi çok alçaktı; ama hala duruydu.
    Mike Newton’ın düşüncelerinden yayılan k
    pusejik
    pusejik
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 323
    Rep Puanı : 1
    Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 03/07/09
    Doğum tarihi Doğum tarihi : 28/01/97
    Yaş : 27
    Nerden : Edwardın Kalbinden
    İş/Hobiler : Pc ye girmek

    Midnight Sun [İlk 12 BöLüm] Empty Geri: Midnight Sun [İlk 12 BöLüm]

    Mesaj tarafından pusejik Ptsi Tem. 06, 2009 12:06 pm

    devamı yorumlardan sonra ...
    buse_hale
    buse_hale
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 249
    Rep Puanı : 0
    Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 03/07/09
    Lakap : alice koliq
    Doğum tarihi Doğum tarihi : 31/01/96
    Yaş : 28
    Nerden : jasper ve alicen kalbinden
    İş/Hobiler : sevgilümmle olan herşeyyy

    Midnight Sun [İlk 12 BöLüm] Empty Geri: Midnight Sun [İlk 12 BöLüm]

    Mesaj tarafından buse_hale Ptsi Tem. 06, 2009 8:45 pm

    saol canım paylaştığın için
    bun cevirenede çok teşekkürler
    pusejik
    pusejik
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 323
    Rep Puanı : 1
    Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 03/07/09
    Doğum tarihi Doğum tarihi : 28/01/97
    Yaş : 27
    Nerden : Edwardın Kalbinden
    İş/Hobiler : Pc ye girmek

    Midnight Sun [İlk 12 BöLüm] Empty Geri: Midnight Sun [İlk 12 BöLüm]

    Mesaj tarafından pusejik Ptsi Tem. 06, 2009 9:33 pm

    bende tşk ediyorum Smile
    ßeLLa&EdWard
    ßeLLa&EdWard
    Üye
    Üye


    Mesaj Sayısı : 91
    Rep Puanı : 0
    Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 03/07/09
    Lakap : ßella'sız yapamayan şahsiyet
    Doğum tarihi Doğum tarihi : 15/04/96
    Yaş : 28
    Nerden : DeNizLİ
    İş/Hobiler : kitap okumakKk

    Midnight Sun [İlk 12 BöLüm] Empty Geri: Midnight Sun [İlk 12 BöLüm]

    Mesaj tarafından ßeLLa&EdWard Çarş. Tem. 08, 2009 11:58 am

    çooooooooooook güzel yalvarırım dvm et

      Forum Saati Salı Mayıs 07, 2024 8:56 pm